Bu çalışmaya katılan hastaların sağlık anksiyetesi ölçeği toplam puan ortalamalarının 17,34±8,45, bedensel belirtilere aşırı duyarlık ve kaygı boyutu puan ortalamalarının 13,39±6,97 ve hastalığın olumsuz sonuçları boyutu puan ortalamalarının 3,94±2,70 olduğu belirlenmiştir (Tablo
2). Yapılan bir çalışmada, göğüs ağrısı olduğunu belirten ancak herhangi bir kardiyak sorunu olmayan hasta popülasyonunda SAÖ puan ortalamasının 17,6±7,7 ve sağlıklı popülasyonda 14,7±6,4 olduğu belirlenmiştir
6. Bir başka çalışmada, dahiliye polikliniğine başvuran hastalarda SAÖ puan ortalaması 17,11±6,07 ve kontrol grubunda 10,71±4,44 olarak belirlenmiştir
7. Fibromiyaljili hastalarla yapılan bir diğer çalışmada ise SAÖ puan ortalaması 23,50±10,78’dir
10.
Ölçekten alınabilecek en yüksek puanın 54 olduğu düşünüldüğünde, araştırmamıza katılan hastaların sağlık anksiyetesi düzeylerinin yüksek olmadığı söylenebilir. Ancak yapılan diğer çalışmalarla karşılaştırıldığında, araştırmaya katılan hastaların sağlık anksiyetesi düzeylerinin diğer örneklemlerdeki bireylerin düzeyleriyle hemen hemen aynı olduğu belirlenmiştir. Sadece fibromiyaljili hastaların sağlık anksiyetesi düzeylerine göre düşük çıkmıştır. Bu durum da fibromiyaljili hastalarda depresyon düzeyinin de yüksek olmasından kaynaklanmış olabilir 10. Aynı çalışmaya katılan sağlıklı kontrollerin sağlık anksiyetesi düzeylerine bakıldığında ise 9,38±4,24 olduğu, yani sağlıklı bireylerin sağlık anksiyetesi düzeylerinin düşük olduğu görülmektedir. Klinikte yatan ve yatmayan hastaların karşılaştırıldığı bir çalışmada ise klinikte yatan hastaların sağlık anksiyetesi düzeylerinin klinikte yatmayan hastalara göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir 15. Dolayısıyla, akut ya da kronik sağlık sorununa sahip olmanın ve hastanede yatıyor olmanın, araştırmamıza katılan hastaların sağlık anksiyetesi düzeylerini artırmış olabileceği söylenebilir.
Bu çalışmada, kadın olmanın, kronik bir hastalığa sahip olmanın ve bu nedenle ilaç kullanmanın, sağlık programlarını izliyor olmanın ve sosyoekonomik düzeyini kötü olarak algılamanın hastaların SAÖ toplam puan ortalamalarını artırdığı saptanmıştır. Hatta bu değişkenlerin, hastaların hastalığın olumsuz sonuçlarına ilişkin anksiyete düzeylerini etkilemezken, bedensel belirtilere aşırı duyarlılık ve kaygı boyutu puan ortalamalarını artırdığı da belirlenmiştir (Tablo 3).
Bu araştırmada olduğu gibi, hem Bozkurt-Zincir ve ark.’nın 6 hem de Janzen-Claude ve ark.’nın 16 yaptıkları çalışmalarda da erkeklere göre kadınların SAÖ toplam puan ortalamaları ile bedensel belirtilere aşırı duyarlılık ve kaygı boyutu puan ortalamalarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir.
Skidmore ve ark. 17, kadınlarda sağlık anksiyetesinin ve hastalık davranışının daha çok görüldüğünü ifade etmişlerdir. Buna karşın, hemşirelerin sağlık kaygısını değerlendiren bir başka çalışmada, sağlık anksiyetesi düzeyinin cinsiyete göre değişmediği belirlenmiştir 18. Yine panik bozukluğu, somatizasyon bozukluğu ve hipokondriazisi olan hastaların karşılaştırıldığı bir diğer çalışmada ise, hastaların sağlık anksiyetesi düzeyleri cinsiyete göre bir fark göstermemiştir 2. Araştırma bulguları doğrultusunda, kadın hastalarda sağlık anksiyetesi düzeylerini artıran faktörlerin neler olduğunun tanımlanması, sorunun ele alınışına önemli bir katkı sağlayabilir.
Sağlık anksiyetesi düzeyini etkileyen bir diğer faktör ise bireyin kronik bir hastalığının olmasıdır. Kronik hastalıklar nedeniyle azalan fiziksel fonksiyon düzeyinin ve yaşam kalitesinin, yaş ilerledikçe sağlık anksiyetesi düzeyinin yükselmesine yol açtığını saptayan çalışmalar bulunmaktadır 15,19,20. Multiple Sklerozis hastalarıyla ve kronik ağrı yaşayan hastalarla yapılan başka çalışmalarda da sağlık anksiyetesi, sağlıklı bireylere göre kronik hastalığı olanlarda daha yüksek bulunmuştur 21,22. Söz edilen bu çalışmalarda, kronik hastalığı olan bireylerde sağlık anksiyetesi düzeyinin yüksek olması, fiziksel fonksiyonların azalması veya gerilemesiyle, duygusal baş etme yöntemlerinin sorun odaklı baş etme yöntemlerinden daha çok kullanılmasıyla ve ağrı gibi yaşam kalitesini bozan semptomların varlığıyla ilişkilendirilmiştir. Bununla birlikte, kronik hastalıklar uzun süreli ilaç kullanımını da beraberinde getirmektedir. Çalışmamızda da hastaların %40,2’si sahip olduğu kronik hastalık nedeniyle ilaç kullandığını ifade etmiştir. Hatta, kronik hastalık nedeniyle ilaç kullanan hastaların sağlık anksiyetesi düzeyleri kullanmayanlara göre yüksek bulunmuştur (Tablo 3). Dolayısıyla ilaç kullanımının da kronik hastalığı olan bireylerin sağlık anksiyetesi düzeyinin yükselmesine yol açan önemli bir faktör olduğu söylenebilir.
Bu çalışmada, hastaların sağlık anksiyetesi düzeyini etkileyen önemli diğer bir faktörün de sağlık programlarını izlemek olduğu belirlenmiştir. Sağlık anksiyetesi, bireylerin güvence arama davranışına yol açabilmektedir. Güvence arayışıyla birlikte bireyler, bilgiye kısa yoldan ulaşabilecekleri internet, televizyon gibi kaynakları kullanmayı tercih etmektedirler 23,24. Ayrıca, bu bilgi kaynakları aracılığıyla, sağlık/hastalık durumuyla ilgili bilgiye erişmeye çalışırlarken çok fazla zaman harcamaktadırlar. Bu durum, hastanın hekime başvurmasını engellemekte, olumsuz sağlık bilgisine ulaşmasını kolaylaştırmakta ve sağlık anksiyetesi düzeyini daha da artırmaktadır 12,25).
Son olarak, yapılan korelasyon analizlerinde, SPİMÖ puanları ile bedensel belirtilere aşırı duyarlık ve kaygı boyutu ve hastalığın olumsuz sonuçları boyutu arasında da pozitif yönde bir ilişki saptanmıştır (Tablo 4). Hatta, hastaların sağlık anksiyetesi düzeyleri ile enformasyon/farkındalık, destek/özdeşleştirme, sosyal aktivite ve paylaşma/güven gibi sağlık programlarını izleme motivasyon kaynakları arasında önemli bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Yapılan bir çalışmada 26, bireylerin televizyon izlemelerinin en önemli sebeplerinden birinin yalnızlık olduğundan ve bireyin yetersiz düzeyde olan sosyal etkileşimini bu şekilde telafi ettiğinden söz edilmektedir. Yine aynı çalışmada, bireylerin televizyon programlarını en çok gözetim/kişiler arası fayda motivasyonuyla izledikleri de belirlenmiştir. Elli yaş üstündekilerin katıldığı başka bir çalışmada katılımcılar, televizyondaki sağlık programlarını yararlı bulduklarını ve bu programları, bilgi alınan önemli bir kaynak olarak gördüklerini ifade etmişlerdir 14. Hatta televizyondaki sağlık programlarının içeriğinin analiz edildiği bir çalışmada ise %80’ine özel hastaneden gelen uzmanların katıldığı ve onların da sağlık ile ilgili konuları ele alırken çoğunlukla izleyen üzerinde kaygı yaratma stratejisini kullandıkları belirlenmiştir 27. Dolayısıyla, kaygı yaşayan hasta ya da sağlıklı birey, bu programları izledikten sonra sağlığıyla ilgili daha fazla anksiyete yaşamakta ve işlevselliği bozulmaktadır.
Araştırmamızda bazı sınırlılıklar bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, araştırmanın sadece bir merkezde yürütülmüş olmasının ve örneklemin araştırmaya katılmayı kabul eden gönüllü hastalardan oluşmasının, araştırma sonuçlarının genellenmesini engellemesidir. Sınırlılıklardan bir diğeri, araştırma kapsamına alınan hastalarda psikiyatrik morbiditenin araştırılmamış olmasıdır. Dahiliye ve cerrahi kliniklerinde yatan hastaların sağlık anksiyetesi düzeyleriyle psikiyatrik hastalıkların bir ilişkisinin olup olmadığının ortaya konması, araştırma bulgularını daha da güçlendirebilirdi. Araştırmanın son kısıtlılığı ise verilerin toplanmasında, öz bildirime dayalı değerlendirme araçlarının kullanılmış olmasıdır. Bu durum, katılımcıların öznel değerlendirmelerden ziyade nesnel değerlendirmelerde bulunmalarına yol açmaktadır.
Sonuç olarak; araştırmamızda kadın olmanın, kronik bir hastalığa sahip olmanın ve bu nedenle ilaç kullanmanın, sağlık programlarını izliyor olmanın ve sosyoe-konomik düzeyini kötü olarak algılamanın hastaların sağlık anksiyetesi düzeylerini artırdığı; sağlık anksiyetesi ile sağlık programlarını izleme motivasyonu arasında bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Elde edilen bu bulguların, psikiyatri dışı kliniklerde yatan hastaların sağlık anksiyetesi düzeylerinin daha büyük örneklemlerde araştırılmasına, risk etkenlerinin belirlenmesine, sağlık anksiyetesi ile psikiyatrik morbidite arasındaki ilişkinin ortaya konmasına ışık tutacağı düşünülmektedir. Bu bulgular, kliniklerde çalışan sağlık personelinin hastanın sağlık durumu ya da hastalığıyla ilgili bilgi düzeylerini değerlendirmelerine ve bu konudaki bilgi gereksinimlerini karşılamalarına daha duyarlı bir şekilde yaklaşmalarına da katkı sağlayabilir.