ED patofizyolojisinde bir çok faktör rol oynamaktadır.
Bunların başlıcaları nörojenik, hormonal, kavernozal,
iyatrojenik ve psikojenik faktörlerdir
5. Günümüzde organik
kökenli ED’nin etiyolojisinde altta yatan en önemli faktörün
ASKH olduğu geniş kabul gören bir konudur
5,11,12.
Gerçekte ED ve ASKH birlikte ortak risk faktörlerini
(diyabetes mellitus, hipertansiyon, hiperlipidemi, sigara içimi,
obezite, sedanter yaşam tarzı) paylaşmaktadır 5.
Penis; kan akımından zengin, oksidatif stres ve nitrik
oksit değişimlerine çok hassas bir organdır. Diğer organlar ile
karşılaştırıldığında küçük çapta kavernozal arterlere sahip
olduğu halde daha yoğun endotelyum ve kas tabakasına
sahiptir. ED ve ASKH’da en önemli göze çarpan patoloji
endotelyal disfonksiyon’dur. Endotelyum vasküler sistemin
yapısında yer alan hücre tabakasıdır ve vazomotor tonusun
ayarlanmasında kilit rol oynamaktadır. Endotelyal hücreler nonadrenerjik-nonkolinerjik vazodilatatör olan ve vasküler
duvar fonksiyonundan sorumlu olan nitrik oksit’in en önemli
kaynağıdır. Sistemik kardiyovasküler hastalıkta vasküler
yatakta gelişen aterosklerotik lezyonlar endotel disfonksiyona
yol açarak nitrik oksit yapımında bozulmaya yol açar. Sonuçta
ereksiyonda en önemli basamaklardan birisi olan
vazodilatasyon bozulmakta ve ED meydana gelmektedir
13,14. Çünkü penis’in küçük çaplı arterleri diğer organların
(kalp gibi) arterlerine göre aterosklerotik lezyonlara daha
duyarlıdır ve bu lezyonlar etkilerini ilk olarak penil arterlerde
meydana getirmektedirler 11,15. Virag ve arkadaşları ED
nedeniyle başvuran 440 hastada penil kan basıncı indeksi’ni
ölçmüşler ve penil arteriyel akımında tıkanıklık saptamışlardır
16. Bu çalışmanın sonucu, ED’un aterosklerotik bir hastalık
olduğunu işaret etmektedir.
Günümüzde ED’nin büyük subklinik sistemik vasküler
hastalığın erken bulgusu olduğu görüşü hâkim olmuştur. Bir
çalışmada klinik olarak koroner arter hastalığı olmayan ve
ED’nu olan hastalarda endoteliyal disfonksiyon ve
kardiyovasküler hastalık için önemli bir belirteç olan C-reaktif
protein ölçümü yapılmıştır 17. Çalışmaya katılan 137
hastanın %11’inde hafif ED, %56’sında orta derecede ED,
%29’unda şiddetli derecede ED saptanmış ve C-reaktif
proteinin düzeyinin ED şiddeti arttıkça anlamlı olarak
yükseldiği saptanmıştır. Başka bir çalışmada penil doppler
ultrason ile ED saptanan ve kardiyovasküler hastalık öyküsü
bulunmayan 36 erkek hastanın biyokimya, periferal vasküler
fonksiyonları 27 sağlıklı erkek ile karşılaştırılmıştır 18.
Sonuçta ED olan hastalarda brakiel arter akım hızı sağlıklı
kişilere göre daha düşük bulunmuştur. Bu çalışmaların
sonuçları ED’nin kardiyovasküler hastalığın erken klinik
görüntüsü olduğunu desteklemektedir.
Bazı çalışmalarda ED hastalarında yüksek oranda tanı
konulmamış vasküler risk faktörlerinin ve gizli
kardiyovasküler hastalığının olduğu belirtilmektedir 12,15. Bir çalışmada ED nedeniyle başvuran ve semptomatik
kardiyolojik problemi bulunmayan 50 hastada geniş kapsamlı
risk analiz testleri ve kardiyolojik stres testleri yapılmıştır19.
Hastaların %56’sında stres test pozitif olarak saptanmış, %80
hastada ise ASKH için risk teşkil eden hiperlipidemi, diyabetes
mellitus, obezite, hipertansiyon, ailede ASKH öyküsü, sedanter
yaşam gibi faktörlerin bir ya da birkaçı saptanmıştır. Koroner
anjiyografi yapılan 20 hastanın sonuçları değerlendirildiği
zaman, 3 hastada komplet sol ana koroner arter tıkanıklığı, 7
hastada orta derecede iki koroner arter tıkanıklığı, 7 hastada ise
sol koroner arter dışında tam olarak tıkanmış koroner arter
saptanmıştır. Bizim çalışmamızda, ED nedeniyle başvuran ve
öyküsünde kardiyovasküler hastalık öyküsü bulunmayan
hastaların %28’inde ASKH saptandı. Bu hastaların 3’üne
koroner by-pass yapılma endikasyonu konuldu. Bizim
hastalarımızda, ASKH özellikle 70 yaş üzerindeki hasta
grubunda diğer yaş gruplarına göre daha yüksek oranda
saptandı. Bizim sonuçlarımız, semptomatik kardiyolojik
hastalık öyküsü olmayan ve ED nedeniyle başvuran hastaların
önemli bir kısmında ED’nin ASKH ile beraber olduğunu ve
özellikle yaşlı hasta grubunda bu riskin daha fazla olduğunu göstermektedir.
Penil ereksiyonda vasküler sistemin sağlıklı olması
büyük önem arzetmektedir. Penil vasküler yapılar diğer
organlardaki vasküler yapılardan daha küçük çapta oldukları
için ateroskleroz bu yapılarda endotelyal disfonksiyona ve
nitrik oksit sentezinde bozulmaya yol açmaktadır. Bu durum
vasküler yatakta vazodilatasyonun oluşmasını engellemektedir
20. Çalışmamızın sonuçları, semptomatik kardiyovasküler
hastalık öyküsü bulunmayan ED hastalarında ASKH’nın
önemli bir oranda bulunabileceğini göstermiştir. Sonuç olarak
ED’nin bazı hastalarda kardiyovasküler hastalığın erken
habercisi olabileceğini düşünüyor ve bu hastalarda
kardiyovasküler patoloji yönünden ayrıntılı araştırma
yapılması gerektiğine inanıyoruz.