Bu çalışmada, hastanemizde tanı ve tedavisi yapılan
EE'li hastaların klinik belirteçleri, laboratuvar bulguları,
altta yatan nedenleri ve prognostik özelliklerini
araştırdık. Bu çalışmanın temel bulguları şu şekilde
özetlenebilir: (i) hastane içi mortalite hastaların
%26,25'inde meydana geldi; (ii) komplikasyon gelişmesi
kötü prognoz ile ilişkiliydi; (iii) en yaygın mikrobiyolojik
ajan olarak stafilokok türleri saptandı; (iv)
mortalitenin en önemli ön gördürücüleri komplikasyon
varlığı ve DM şeklindeydi.
Literatürde ülkemizde EE epidemiyolojisi ile ilgili
güncel veriler yetersizdir. Sınırlı sayıda hastayla ve az
sayıda yapılmış çalışmalar, hastalığın genel özellikleri
ve klinik seyrinin yeterli şekilde değerlendirilmesini
güçleştirmektedir 1,2,5,7,8,11,12,16-23. Bu nedenle,
ülkemizde EE ile ilgili bilgi sağlayan tüm veriler
son derece değerlidir. Biz de bu çalışmada, gelecekte
ülkemizde EE yönetimi konusunda faydalı olabileceğini
düşündüğümüz etiyolojik, mikrobiyolojik ve klinik
verileri sunduk.
EE'nin epidemiyolojik özellikleri dünya çapında önemli
değişiklikler göstermektedir. EE gelişmiş ülkelerde
6. dekat ve sonrasındaki hastalarda görülmektedir. Öte
yandan, gelişmekte olan ülkelerde ise romatizmal veya
doğumsal kalp hastalıklarının daha sık olması nedeniyle
daha erken yaşlarda görülebilmektedir 5,6,9,16,24. Ayrıca dejeneratif kapak hastalığı prevalansındaki
artış, KBY, immünsüpresyona neden olan hastalıklar,
invaziv prosedürlerin ve implante edilen tıbbi cihazların
(protez kapak, kalp pili, ICD ve merkezi tıbbi cihazlar vb.) kullanım sıklığının artması da artan EE insidansı
ile ilişkilidir 6,10,25.
Çalışmamızda tekrarlayan endokardit prevalansı
%8,75, protez kapak endokarditi oranı %16,25 olarak
saptandı. Çalışma popülasyonunun yaş ortalaması 56,8
yıl olup ülkemizde yapılan diğer çalışmalara göre daha
yüksekti. 8,11,12,18. KBY ve romatizmal kalp
hastalığı, EE gelişimi için altta yatan en sık durumlardı.
Bu çalışma önceki çalışmalara göre günümüze daha
yakın bir zaman aralığını kapsamaktadır. Bizim sonuçlarımız
ülkemizdeki endokardit epidemiyolojisinin
gelişmiş ülkelerle benzerlik gösterecek şekilde değiştiğini
göstermektedir 2,10.
Ülkemizde yapılan diğer çalışmalardan farklı olarak
hastaların %95,00’i transtorasik ekokardiyografi ile,
%70,00’i ise transözefageal ekokardiyografi ile değerlendirilmiştir.
Bu durum Türkiye'de EE hastalarının
tanı, tedavi ve takibinde TÖE kullanımının arttığını
göstermekle beraber merkezimize özgü bir bulgu da
olabilir. Bizim hastalarımızın %72,50'sinde vejetasyon
1 cm'nin üzerindeydi. Ülkemizde gerçekleştirilen daha
önceki çalışmalarla karşılaştırıldığında, hastalarımızın
vejetasyon boyutlarının daha büyük olduğu dikkat
çekmektedir. Bu çalışmada saptanan %7.50’lik cihaz
veya kateter enfeksiyonu sıklığı, ülkemiz için yeni bir
epidemiyolojik veri sağlamaktadır 23,26.
Çalışmamızda EE saptanan hastalarda, pozitif kan
kültürü oranı (%65,00) literatür ile benzerken, negatif
kan kültürü oranı (%35,00) literatürden daha yüksek
saptandı 2,8,11,12. Bu durum, ülkemizde antibiyotik
kullanım oranının gerekenden yüksek olması ve
hastanemize sevk edilen hastalara daha önceden antibiyotik
tedavisi başlanmış olması ile açıklanabilir 19.
Çalışmamızda, EE için en yaygın mikrobiyolojik ajanın stafilokok türleri olduğu görüldü. Stafilokokları, streptokok
ve enterokok türleri izlerken, enterokokal endokardit
insidansının tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde
de artış eğiliminde olduğu saptandı 27,28.
EE, tanı yöntemleri ve anti-mikrobiyal tedavideki belirgin
ilerlemeye rağmen, hala yüksek morbidite ve
mortalite oranıyla ilişkilidir 21,29-31. Bizim hasta
popülasyonumuzda %26,25 oranında hastane içi mortalite
gerçekleşmiş olup, bu sıklık ülkemizden bildirilen
önceki çalışmalara göre daha düşüktür 2,8,11,12,21,22,29,30. Öte yandan, EE seyrinde mortalite izlenme
riski yanısıra, komplikasyon gelişme riski de oldukça
yüksektir 3,17,32,33. Bu çalışmada 23 hastada
(%28,75) hastalığın seyri boyunca en az bir komplikasyon
görüldü. Önceki çalışmalara benzer şekilde en
sık komplikasyon 10 (%12,50) hastada görülen konjestif
kalp yetmezliğiydi. Hastaların %11,25'inde iskemik
inme ve %3,75'inde dalak embolisi görüldü. Hastaların
yaklaşık yarısı (%57,50) sadece antibiyotik tedavisi
aldı. Bu hastalardan cerrahi endikasyonu olan ancak
ameliyat edilemeyen (yüksek ameliyat riski veya hasta
tercihi nedeniyle) hasta oranı %12,50 olup, bu hasta
grubunda mortalite daha yüksekti. Buradan hareketle,
cerrahi endikasyona sahip olmasına rağmen, ameliyat
edilemeyen hastaların ölüm oranının yüksek olacağı
sonucuna varılabilir 34,35. Bu çalışmada ameliyat
edilen (%42,50) veya yalnızca antibiyotik tedavisi alan
hastalar arasında ölüm gelişim oranları açısından fark
saptanmadı. Bu durum EE'nin mortalitesinin cerrahi
tedaviye rağmen halen yüksek olduğunu göstermektedir.
Çalışma popülasyonumuzda mortalitenin bağımsız öngördürücüleri, hastane içi komplikasyon gelişimi ve
DM olarak saptanmıştır. Bu hastalarda ortaya çıkan
komplikasyonların hayati organlarda izlenmesi nedeniyle
mortalite artışına neden olması şaşırtıcı değildir.
Öte yandan DM’nin metabolik, immünolojik ve vasküler
sistem üzerine olan olumsuz etkileri mortalite artışı
ile ilişkili olabilir.
Çalışmanın kısıtlılıkları
Çalışmamızın temel kısıtlılığı, geriye dönük kayıtlara
dayanması, dolayısıyla sadece hastane kayıt sisteminden
sağlanan verileri içermesidir. Dolasıyla tüm farmakolojik
ve mikrobiyolojik verileri inceleyememiş olabiliriz.
Bununla birlikte, üçüncü basamak-referans bir
merkez olarak, ülkemizde EE yönetimi ile ilgili önemli
miktarda veriyi topladığımızı düşünmekteyiz. Ancak
ülkemizde EE etiyolojisini, risk faktörlerini, hastalık
seyrini, tedavi türleri arasındaki farklılıkları anlamak
için ulusal büyük çaplı, çok merkezli ileriye yönelik
çalışmalara ihtiyaç vardır.