YBÜ’de yatan hastalarda uygulanan invaziv girişimler,
geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı ve hastaların uzun süre hastanede kalması gibi birçok faktör enfeksiyon
gelişimini kolaylaştırmakta, buna bağlı olarak
da mortalite ve morbidite önemli ölçüde artmaktadır
3,7. Enfeksiyon etkenlerinin tür dağılımı, enfeksiyon
gelişen vücut sistemine göre farklılık göstermekle
beraber genellikle gram negatif bakteriler ilk sırada yer
almaktadır
8. Çalışmamızda benzer şekilde YBÜ'den
gelen örneklerde gram negatif bakteriler daha yüksek
oranda saptanmıştır. Bazı merkezler YBÜ'de yatan
hastalarda Enterobacteriaceae türlerinin etken olarak
daha sık izole edildiğini bildirirken bazıları nonfermenter
gram negatif basilleri daha fazla izole
etmişlerdir
7-9. Taş ve ark
7 YBÜ ve palyatif
servisinde yatan hastaları değerlendirdikleri üç yıllık
çalışmada E.coli'yi ilk sırada, K.pneumoniae suşlarını
ise gram negatif bakteriler arasında beşinci sırada saptamışlardır.
Barış ve ark
8 YBÜ'den gelen örneklerde
gram negatifler içinde K.pneumoniae'yı ikinci,
E.coli’yi üçüncü sıklıkta tespit etmişlerdir. Karagün ve
ark
10 ise bizim çalışmamıza benzer şekilde E.coli ve
Klebsiella spp. suşlarını gram negatif bakteriler içinde
en sık saptanan etkenler olarak bulmuşlardır.
Çalışmamızda üreme tespit ettiğimiz klinik örnekler
arasında idrar ve ETA örnekleri en fazla oranda tespit
edilmiştir. E.coli suşlarının yarıdan fazlası idrar
örneklerinden izole edilirken K.pneumoniae suşları
idrar ve ETA örneklerinde benzer oranlarda
saptanmıştır. Naldan ve ark 11 E.coli suşlarını en sık
idrar örneklerinde, K.pneumoniae suşlarını ise idrar
örneklerine yakın oranda solunum örneklerinde izole
etmişlerdir. Bu durum gerek idrar sondası gerekse
endotrakeal tüp gibi YBÜ’de uygulanan invaziv işlemlerin
hastalarda kolonizasyon ve enfeksiyona zemin
hazırladığını göstermektedir.
YBÜ’de yatan hastalardan izole edilen etkenlerin ortak
özelliği hastanenin diğer bölümlerine kıyasla daha
yüksek oranda direnç göstermeleridir. Buna bağlı
olarak geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı artmakta,
bu durum da direncin hem sebebi hem de sonucu
olarak kısır döngü oluşturmaktadır 8,12. Tüm dünyada
doksanlı yıllardan itibaren gram negatif bakterilerin
sıklığının yanısıra direnç oranlarında da artış
bildirilmektedir 13. Yaptığımız çalışmada literatürle
uyumlu olarak en yüksek direnç oranları AMC, sefalosporinler,
siprofloksasin ve TMP-SXT gibi Enterobacteriaceae
kaynaklı enfeksiyonlarda sıklıkla kullanılan
antibiyotiklere karşı saptanmıştır 11,14. Ayrıca
direnç oranlarının yıllar içinde arttığı fakat tedavide sık tercih edilmelerinin sonucu olarak tüm yıllarda %50-75
gibi yüksek düzeylerde seyrettiği görülmüştür.
Enterik bakterilerde GSBL pozitifliği de hem toplum
kökenli hem de hastane kökenli enfeksiyonlarda hızla
artış göstermekte, tedavi başarısızlıkları ve komplikasyonlara
neden olmaktadır 15. E.coli ve
K.pneumoniae suşlarında GSBL pozitifliğini çok farklı
oranlarda bildiren yayınlar mevcuttur 16. Bazı
çalışmalar bizim çalışmamıza benzer şekilde E.coli
suşlarında daha yüksek oranlar saptarken bazıları ise
K.pneumoniae’da daha fazla görüldüğünü bildirmektedirler
9,17-19. Özer-Balın ve ark 9 YBÜ hastalarında
2014-2015 yılları arasında GSBL pozitifliğini
E.coli’de %40, K.pneumoniae'da %60 olarak saptamışlardır.
Şanal ve ark 17 2014-2017 yılları arasında
sağlık bakımı ilişkili enfeksiyon tanısı alan hastalarda
yaptıkları çalışmada GSBL pozitifliğini E. coli
suşlarında 2014 yılında %60.8, 2015 yılında %71.1,
2016 yılında %72.7 ve 2017 yılında %65; K. pneumoniae
suşlarında ise 2014 yılında %38.7, 2015 yılında
%52.7, 2016 yılında %38.4 ve 2017 yılında %25.5
olarak tespit etmişlerdir. Yaptığımız çalışmada E.coli
suşlarında GSBL pozitifliği %55-60 arasında saptanmış
ve yıllar içinde oranın bu aralıkta kaldığı görülmüştür.
K.pneumoniae’da ise yıllar içindeki seyrin %30-60 gibi
daha geniş bir aralıkta olduğu saptanmıştır. Bu durum
bize hastanemiz YBÜ için GSBL pozitifliğinin E.coli
suşlarında her zaman başlıca sorunlardan biri
olduğunu, K.pneumoniae içinse bazı yıllarda artışa
geçerek daha önem kazandığını göstermektedir.
Karbapenemler GSBL pozitif bakterilerin etken olduğu
enfeksiyonların tedavisinde ilk tercih ajanlardır fakat
yatan hastalarda sık ve uygunsuz kullanımları bu antibiyotiklere
karşı direnç problemini meydana getirmiş,
özellikle Klebsiella türlerinde yüksek oranlarda karbapenem
direnci görülmesine sebep olmuştur 20,21.
Duman ve ark 22 2013-2017 yılları arasında
yaptıkları çalışmada YBÜ’de yatan hastalarda karbapenem
direncini E.coli suşlarında ortalama %1.4,
K.pneumoniae’da ise %20.1 olarak saptamışlardır.
Ayrıca E.coli’de 2013 yılında %0.5 olan direncin çok
fazla artmayarak 2017’de %2.3’e yükseldiğini,
K.pneumoniae’da ise 2013 yılında %5.4 olarak
saptanırken 2017 yılında dramatik bir şekilde artarak
%36.5’e ulaştığını bildirmişlerdir. Tümtürk ve ark 23
2014-2017 yılları arasında yatan hastalarda yaptıkları
çalışmada izole ettikleri E.coli suşlarında 2014 yılında
%4.1 olan karbapenem direncinin 2017 yılında %7.5’e,
K.pneumoniae’da ise 2014 yılında %32.2 olan direncin
2017 yılında %48.9’a çıktığını bildirmişlerdir. Yaptığımız
beş yıllık çalışmada karbapenem direnci
E.coli’de %8, K.pneumoniae’da ise %35.1 olarak saptanmıştır. Direncin yıllar içindeki seyrine baktığımızda
E.coli suşlarında 2016 yılında %4.2 iken sonraki dört
yılda artarak %13’lere ulaştığı, K.pneumoniae’da ise
2016 yılında %20 civarında saptanan direncin dalgalı
seyrettiği fakat 2017 ve 2019 yıllarında %50 gibi ciddi
oranlara yaklaştığı görülmektedir. Gerek bu iki çalışma
gerekse bizim çalışmamız değerlendiğinde karbapenem
direncinin K.pneumoniae suşlarında daha yüksek
olduğu, direncin hastalar için risk oluşturacak
düzeylere ulaştığı ve karbapenemlerin yaygın
kullanımlarını kısıtlamazsak artarak devam edeceği
açıktır.
Yaptığımız çalışmada her iki mikroorganizma için,
GSBL pozitiflik oranı dışında tüm antibiyotiklere karşı
direnç oranları K.pneumoniae’da daha yüksek olarak
bulunmuştur. Ayrıca K.pneumoniae’da karbapenemlere
karşı olduğu gibi TZP’ye karşı saptanan direncin de
E.coli suşlarına kıyasla çok daha yüksek olduğu görülmüştür.
İzole edilen E.coli suşlarında TZP direnci
%25 civarı iken K.pneumoniae suşlarında %60 seviyelerinde
tespit edilmiş, hatta 2017 yılında %75’lere
ulaştığı saptanmıştır. TZP, GSBL pozitif enterik bakteri
enfeksiyonlarında sıklıkla tercih edilen antipsödomonal
bir penisilindir. Karbapenemler gibi TZP’nin de
uygunsuz kullanımı başta K.pneumoniae olmak üzere
Enterobacteriaceae’da dirence neden olmuştur 24.
Aydemir ve ark GSBL 24 pozitif E.coli suşlarında
TZP direncini %44.6, K.pneumoniae’da ise %41 olarak
saptamışlardır. Çalışmamızın aksine bu çalışmada her
iki etken için direnç oranları birbirine yakın ve bizim
tespit ettiğimizden farklı oranlarda bulunmuştur. Bu
sonuç bize direnç oranlarının hastaneler arasında
değişebileceğini göstermektedir.
Çalışmamızda antibiyotik direnç oranları kadar direncin
yıllar içindeki seyri de dikkat çekicidir.
K.pneumoniae’da daha belirgin olmak üzere bazı yıllar
direncin çok ciddi artış gösterdiği, sonraki yıllarda ise
önce azalışa geçip sonar tekrar pik yaptığı görülmüştür.
Bu durum enfeksiyonların hastane içinde dirençli
suşların neden olduğu salgınlar kaynaklı olabileceği,
enfeksiyon kontrolü ve etkin temizlik ile bu salgınların
önüne geçebilirsek direncin yayılımını da azaltabileceğimizi
düşündürmektedir.
Antibiyotik direnci gram negatif bakterilerde önemli
bir problem haline gelmiştir. Karbapenemler gibi geniş
spektrumlu antibiyotiklerin yatan hastalarda ampirik ya
da ilk tercih antibiyotik olarak kullanılması kısıtlanmalı,
direnç kısır döngüsünün kırılması için gerekirse
kombine tedavi rejimleri seçilmelidir. Ayrıca, her
merkezin kendi direnç sürveyansını düzenli takip etmesi
ve buna yönelik tedavi protokolleri belirlemesi
direncin azalmasına katkıda bulunacaktır.