Transplantasyon son dönem böbrek hastalığının tedavisinde yaşam kalitesi ve süresi açısından en iyi tedavidir. Bununla birlikte hastalarda kullanılan immünsupresif tedavi enfeksiyonlar için önemli bir risk faktörüdür ve İYE en sık görülen enfeksiyondur. Yapılan çalışmalarda İYE sıklığı %23 ve %75 arasında değişmektedir
3,6-9. Çalışmamızda İYE sıklığını %31 olarak tespit ettik. Bu oran literatürde belirtilen oranlarla uyumlu görünmektedir. Renal transplantlı hastaların yaklaşık yarısında İYE gelişmesine rağmen tanı kolayca atlanabilmektedir. İYE renal transplantasyon sonrası herhangi bir zamanda meydana gelse de en fazla ilk 3-6 ayda görülmektedir. Bizim çalışmamızda da transplantasyon sonrası görülen İYE'larının tümü ilk 6 ay içerisinde tespit edilmişti. İYE tespit edilen olguların %80'i ilk 45 günde gözlenmiştir. Yapılan bir çalışmada İYE'lerin %50'sinin ilk 44 gün içerisinde geliştiği belirtilmiştir
10.
Renal transplantasyon sonrası İYE gelişimi için risk faktörleri çok çeşitlidir. Konak ile patolojik ajanlar ve anatomik anormallikler arasındaki etkileşime bağlıdır11. İmmünsupresyon İYE gelişimi açısından risk oluşturmakla beraber bazı immünsupresif ajanlar daha büyük riske sahiptir. Örneğin antimetabolit (azatioprine ve mikofenolat mofetil) bazlı rejimler kemik iliği supresyonu yaparak İYE riskini arttırmaktadır11. Bizim çalışmamızda tüm hastalar takrolimus ve steroid kullandığından immünsüpresan kullananlar ile kullanmayanlar arasında istatistiksel bir inceleme yapılamadı.
Abbott ve ark.12 çalışmasında ileri yaşta olmanın (sadece erkek cinsiyette), kronik böbrek yetmezliği etiyolojisinin (diyabet, polikistik böbrek hastalığı, kronik pyelonefrit, kronik üriner sistem obstrüksiyonu), transplantasyon öncesi periton diyalizi yapıyor olmanın, donörün kadavra olmasının, donör yaşının ileri olmasının, rejeksiyon gelişmesinin postoperatif ilk 6 ayda üriner enfeksiyon gelişimi açısından riski arttırdığını gösterirken, operasyon sonrası altıncı aydan sonra serum kreatinin değerlerinin yüksek seyretmesinin idrar yolu enfeksiyonu riskini arttırdığını göstermektedir. Abbott ve ark.12 çalışmasında nakil sonrası ilk 6 ayda gelişen İYE vakalarında erkek ve kadın cinsiyet arasında fark bulunmamıştır. Bizim çalışmamızda da bu çalışmaya benzer şekilde erkek ve kadın cinsiyet açısından anlamlı fark tespit edilmedi. Diyaliz türleri, kullanılan immunsupresif ilaçlar, donör tipi açısından değerlendirildiğinde bizim çalışmamızda anlamlı fark yoktu. Başka retrospektif bir çalışmada risk faktörleri operasyon öncesi hemodiyaliz tedavisi almak, kadın cinsiyet ve DJ kateter kullanımı olarak belirtilmiştir13. Bizim hastalarımızın hepsine DJ kateter uygulamıştı ve tüm hastalarda DJ kateter kalış süresi benzerdi.
Renal transplant alıcılarında İYE' nin %70'inde etken gram-negatif bakterilerdir ve en yaygın patojen E. coli'dir. Bunu sıklıkla Klebsiella, Enterokok, Pseudomonas takip etmektedir11. Ülkemizde yapılan bir çalışmada izole edilen etkenler Escherichia coli (%59.1), Klebsiella spp (%16.9), Enterococcus spp (%6.5), Enterobacter spp (%6.5), Pseudomonas aeruginosa (%4.0), Proteus spp (%4.0), Citrobacter spp (%0.8), A. baumannii (%0.8), Staphylococcus spp (%1.6) ve S. marcescens (%0.8) olarak sıralanmıştır11. Bizim çalışmamızda ilk sırayı E. coli almakta ve %90'ı genişlemiş spektrumlu beta laktamaz üretmekteydi.
Çalışmamızda transplantasyon esnasında yatış süresi İYE' si olanlarda anlamlı olarak daha uzundu. Bu bulgu transplantasyon yapılan hastaların yatış süresine bağlı olarak hastane enfeksiyonlarına maruz kalması ile açıklanabilir.
Sonuç olarak böbrek transplantasyonu son dönem böbrek yetmezliği tedavisinde en başarılı yöntemdir. Fakat bu tür hastalarda İYE büyük problem teşkil etmektedir. Bizim hastanemizin yeni açılan nakil merkezinde böbrek transplantasyonu yapılan hastalarda İYE sıklığı %31'dir ve hastalarımız arasında nakil esnasında yatış süresi İYE riskini arttırmıştır. Riski azaltmak için hastaların yatış süresini en aza indirmek gerektiği düşüncesindeyiz. Bunun yanı sıra bizim çalışmamız hasta sayısının yetersiz olması nedeniyle kısıtlıdır ve bu nedenle bu konuyla ilgili çalışmalara ihtiyaç vardır.